Savaş Özbey
Geçen haftaki füze denemesiyle
ABD’nin doğu sahillerini bile vurabileceklerini kanıtladılar. Artık New York ve
Washington DC bile ateş menziline girince dünyanın gözü buraya çevrildi. Kuzey
Kore... Gezegenin en dışa kapalı, en merak edilen ülkesi. Dünya nükleer krizle
çalkalanırken beş gün beş gece oradaydım. Kuzeyinden güneyine, başkent
Pyongyang’dan antik başkent Kaesong’a kadar bütün ülkeyi gezdim. Yabancılara
verilen izinleri zorladım; yerel lokantalarda yiyip halk pazarlarını gezdim.
Düğünlere katılıp, halkla temas kurdum. Dünyanın en silahlı sınırı denilen
Kuzey-Güney Kore hududuna gittim; resmi yetkililerle konuştum. Ulusal
orkestranın senfoni konserini dinleyip Zafer Günü kutlamalarını izledim. Bugüne
kadar bildiklerimle gördüklerimi kıyaslayınca çok şaşırdım. Burası ‘son
duvar’ın arkası.
Uçağın penceresinden, altımızda akıp
giden yemyeşil Kuzey Kore topraklarını seyrediyorum. Ormanlık dağlardan
artakalan düzlükler, başıbozuk akarsular ve ip gibi yollarla bölünmüş. Yolların
kenarlarına yine ip gibi yerleşimler serpiştirilmiş. Bulabildikleri her yeri
ekmiş gibiler. Bu kadar verimli bir ülke nasıl kıtlık yaşar, akıl alır gibi
değil.
Uçağın ekranlarında ordu korosunun
konseri yayımlanıyor. Devrim marşları... Ama marştan çok, Japon çizgi
filmlerinin çocukça müziklerini andırıyor.
Bütün sevimliliklerine rağmen bu
marşlar aklıma uçağa binmeden önce okuduğum son şeyi, Uluslararası Af
Örgütü’nün, dünyanın bu en kapalı ve totaliter ülkesi hakkında yayımladığı
2016-17 raporunu getiriyor. Anlatılanlar şunlar:
Kıtlık yüzünden 138 kişinin hayatını
kaybettiği ve hükümetin bir yandan açlığa karşı yardım talebinde bulunurken
diğer yandan nükleer silah ve füze denemelerinden geri kalmadığı Kuzey Kore...
İnsan haklarının olmadığı, ifade
özgürlüğünün esamisinin okunmadığı, halkının ve yabancıların adil olmayan
mahkemelerde yargılanıp binlerce insanın ağır işlerde çalıştırıldığı ve güneye
kaçmak için can attığı bir ülke...
Kim İl-sung’un doğum günü milat
kabul ediliyor
Uçaktaki Korelilerin hepsinin
göğsünde devrim armaları asılı. Kafa karıştırıcı olan şu: Uçağa binerken de
böyleydiler. İranlıların ülkelerine dönerken zoraki taktıkları türbanları gibi
değil, armaları.
Uçak iner inmez, ‘dünyadan’ kalan
bir alışkanlıkla elimi telefonuma atıyorum. Kuzey Kore’de olduğumu unutmuşum.
Burası dünyanın bittiği, başka bir şeyin başladığı bir yer. Sadece başka bir
yerin mi? Başka bir zamanın da başladığı bir ülke. 106’ncı Juche yılına hoş
geldiniz. Bu takvimin miladı, büyük önder Kim İl-sung’un doğum günü...
Telefon yok. İnternet, feys, insta,
layk yok. Hangi partiye oy versem diye kafa yormuyorsunuz. Belki yormasanız
daha iyi. Gümrükteki kadın polis “Book? Book! Book!!” diye sorup valizleri
arayarak, ülkeye kitap sokup sokmadığınızı kontrol ediyor.
Ölen ABD’li öğrencinin tutuklandığı
otelde kalacağım
Pyongyang Uluslararası Havalimanı
düzenli, temiz pak. KKTC’deki Ercan kadar ya var ya yok. Ülkeye çok giren çıkan
olmadığı için yetiyor da artıyor.
Kontrolün hemen ardında
rehberlerimiz Han ve Choe bekliyor. Han, kültürel rehberimiz. Bizdeki turist
rehberi. Choe, idari rehber. KDHC’de yapacaklarımız onun gözetiminde. Bu iş
için biçilmiş kaftan. Bir diplomat kızı. ‘Güvenilir’ bir aileden geliyor. Bütün
seyahatimiz boyunca bir dakika bile yanımızdan ayrılmayacaklar. Hatta 20
metreden fazla uzaklaşınca paniğe kapılacaklar. Kuzey Kore’de turistler bir tek
otellerinde serbest. Dışarı sadece rehberler eşliğinde adım atabiliyorlar.
Tanışma faslının ardından ilk iş,
bizi merak edecek yakınlarımızla nasıl temas kurabileceğimi soruyorum. “Otelden
mail atabilirsiniz, isterseniz de telefon açabilirsiniz” diyorlar. İkinci kez
kafam karışıyor: Kapalı, kapalı ama o kadar değil demek ki...
Otelimize doğru yola çıkıyoruz. 15
ay gözaltında tutulduktan sonra konuşamaz halde ülkesine gönderilen ABD’li
öğrenci Otto Warmbier’in kaldığı otel, Yankaddo olduğunu öğrenince üstüme bir
sessizlik çöküyor, etrafı seyre dalıyorum.
Uçağın camından izlediğim tarlaların
arasından ilerliyoruz. Bulabildikleri her yeri çeltik ve mısır tarlası
yapmışlar. 15 dakika sonra kırık dökük, biraz eskimiş ama düzenli
yerleştirilmiş binalar görmeye başlıyoruz. “Geldik mi?” diye soruyorum.
Rehberler gülüşüyor. Daha Pyongyang’a 10 dakika varmış. Buralar köymüş. Meğer
neden güldüklerini 10 dakika sonra anlayacakmışım.
Sokaklarda insanlar güleç ve mutlu
görünüyor
Demeye kalmadan asıl büyük kafa
karışıklığı: Önümüzde bütün görkemiyle Pyongyang yükselmeye başlıyor.
Gökdelenler, dev spor ve kültür kompleksleri, meydanlar, köprüler, parklar,
heykeller... Gördüğüm 40’a yakın ülke içinde Pyongyang en temiz yer. Geniş ve
düzenli cadde ve sokaklarda yürüyen; bisiklete binen; banklarda oturup etrafı
seyreden insanlar... Lüks değil üstleri başları ama tertemiz. Kadınların
çoğunda şemsiye var. Meğer bu ülkede beyaz cildin daha makbul olmasındanmış.
Bunları görünce otele kapanmak
yerine insana karışmak isteği geliyor içimden. Otelden önce biraz yürüyüş
yapmaya karar veriyoruz ve direksiyonu Pyongyang’ı ikiye ayıran Taedong Nehri
kıyısına kırıyoruz.
Kuzey Koreliler bu nehre Boğaziçi
muamelesi yapıyor. Her iki yanını rekreasyon alanlarıyla donatmışlar, çocuklar
aileleriyle çocuk parklarında, gençler gıcır gıcır spor tesislerinde basketbol,
voleybol oynuyor. İnsanlar güleç ve mutlu görünüyor.
Yabancı olduğunuz hemen göze
batıyor. Herkes sizinle göz göze gelmeye çalışıyor; geldiğinizde önce
tereddütle gülümsüyor; siz cevap verirseniz çok mutlu olup başını öne eğerek
daha belirgin gülüyor. Hele bir de dokunmayagörün: Çok hoşlarına gidiyor; o
zaman sadece kendileri değil, etrafta kim var kim yok gülmekten kırılıyor...
Altında petrol yerine kan, ter ve
gözyaşı yatıyor
Akşam yemeğine hazırlanmak için
otele gidiyoruz. Yolda yemeği yiyeceğimiz asansörlü ultralüks nehir gemisini
gösteriyorlar. Bizim Boğaz turlarının yanında Titanic gibi.
Otelin 22’nci katındaki odama
vardığımda kafa karışıklığım artık had safhada: Pencereden dışarı bakıyorum.
Nehrin iki yakası boyunca bir Dubai uzanıyor. Kore Savaşı’nda bu şehre 400 bin
bomba atılmış. Tam da şehrin o zamanki nüfusu. Adam başına bir bomba demek!
Şehir yerle yeksan olmuş. Peki yerle yeksan olan ne? Berlin mi? Yooo, zaten
çeltik tarlası... Yani bu Dubai’nin altında petrol ya da teknoloji yerine kan,
ter ve gözyaşı yatıyor.
Kafamda 40 soru, 40’ının da kuyruğu
birbirine değmiyor. Azıcık kömür ve bronz dışında hiçbir şeyi olmayan bu fakir
halk böyle bir başkenti nasıl yükseltti? Bunca kültür sarayını, görkemli
anıtları, modern müzeleri, 150 bin kişilik dünyanın en büyük stadyumunu nasıl
yaptılar? Dünyanın başka yerlerinde iflas eden sosyalizm, burada niçin hâlâ
ayakta?
Peki biz, yani dünyanın geri
kalanı... Neden burayı hep başka türlü hayal ettik? İşte Pyongyang karşımızda.
Nerede bahsedilen o fakirlik, açlık, mutsuzluk?
‘BİZDE GAY YOK’
Ri Yong Guk ile Jong He Ra, Tong Dae
Won restoranın düğün salonunda evleniyor. Bu, orta halli bir düğün. Eğer
devletin işletme hakkını verdiği tesislerden birine sahipseniz daha zenginini
yapmak da mümkün. Evlilikler bizdekilere çok benziyor. 24-25 yaşına (genel ortalama)
gelmiş genç kızlar ve 28-30 yaşına gelmiş genç erkekler bazen kendileri
tanışıp, bazen de görücü usulüyle dünya evine giriyor. Düğünden önce ailelerin
birbirine hediyeler göndermesi âdetten. Eskiden evlerde yapılan düğünler için
artık düğün salonları kullanılıyor. Tebrikleşmeler, danslar bizimkiyle aynı,
tek fark gelin masası: Damatla gelin için kuşsütünün eksik olmadığı, çiçeklerle
süslü masalar kuruluyor. Gençler evlenene kadar aileleriyle. Evlendikleri anda
devlet onlara ücretsiz konut sağlıyor. Çocuk sayısı arttıkça daha geniş ev
veriliyor. Peki ya evlenmezse? LGBTI bireyse? Rehberimiz Han “Bizde yok” diyor;
“Şimdiye kadar hiç rastlamadık.”
KENDİN PİŞİR KENDİN YE
Buna bayılıyorlar. Neredeyse bütün
lokantalarda kendi başınıza barbekü yapabileceğiniz aparatlar getiriyorlar.
Etler, sebzeler, baharatlar, soslar veriyorlar. Bunları dilediğiniz ölçüde,
pişirerek kendi yemeğinizi hazırlıyorsunuz. İşin en güzel yanı kiminki daha
güzel olmuş diye herkesin birbirine tattırması…
DÜNYANIN EN DERİN METROSU
Pyongyang üstte tramvay ve
troleybüslerle, altta metroyla örülmüş. Metro 17 istasyonlu. Derinliği 105
metre. Bunun nedeninin herhangi bir saldırı altında sığınak olarak kullanılması
olduğu söyleniyor. Metroyu beklerken günlük gazeteleri panolardan okumak
bedava. Hepsinin ücreti 5 won. Bizim paramızla 1 kuruşun altında.
TUZLU SU MU İSTERSİNİZ, YAPAY DALGA
MI?
İşte beni en çok şaşırtan yerlerden
biri: Pyongyang Aqua Park. 125 dönüm üzerine açık ve kapalı olarak kurulu.
İçinde çoğunluğu çocuk ve genç binlerce insan aynı anda eğleniyor. Kapalı
alanda tuzlu su, yapay dalga havuzu; açık alandaysa olimpik yüzme havuzları, su
kaydırakları var. Bu tesise giriş paralı: kişi başı 2 bin won. Türk parasıyla
80 kuruş.
TEK BİLDİKLERİ BU: Çeltik-savaş-devrim
Bir Kuzey Korelinin hayata nasıl
baktığını, dünyayı nasıl algıladığını anlayabilmek, ülkenin bizi de
ilgilendiren tarihinden bağımsız düşünülebilecek bir şey değil.
Geçmişi 3 bin yıl öncesine dayanan
Kore kültürü, 7. yüzyılda Çin etkisinden kurtulduktan sonra 20. yüzyılda Japon
işgaliyle karşılaşıyor.
Japonya’nın 1945’te yenilip 2. Dünya
Savaşı’ndan çekilmesine kadar devam eden bu süreç, 1.5 milyon Korelinin
öldürüldüğü, ülkenin bütün kaynaklarının tüketildiği, içinde altın var mı diye
antik kralların mezarlarının bile havaya uçurulduğu bir dönem olarak
anlatılıyor. 60 bin kadın sadece Japon ordusunun cinsel ihtiyaçları için
alıkonmuş.
Dünya Savaşı bitince ülkenin kuzeyi
SSCB’nin, güneyiyse ABD’nin kontrolüne geçiyor. Bu kez de ülke ikiye bölünmüş
bir halde SSCB, ABD ve Çin gibi büyük güçlerin hakimiyet-denge oyunlarına saha
oluyor.
Kuzeydekiler ülkeyi kendilerinin
temsil ettiğini ve ülkenin güneyinin ABD işgali altında olduğunu ileri sürüyor.
Kore Savaşı patlak veriyor.
Savaşta önce Kuzey Kore başarı
gösterince ABD ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu BM güçleri güneye yardıma
gidiyor ve savaşın gidişatı bu kez kuzey aleyhine bozuluyor.
Bütün Kore’nin ABD güdümüne
gireceğinden endişelenen Mao, Tiananmen Meydanı’nda bir miting düzenliyor ve Kore
Savaşı’na resmen dahil olmayacağını ama Kore’ye gidecek Çinli gönüllülere silah
dağıtacağını açıklıyor.
Binlerce Çinlinin Kore’ye girmesiyle
birlikte denge yeniden sağlanıyor ve 27 Temmuz 1953’te ateşkes ilan edilip
bugünkü sınırlar belirleniyor. Ateşkese rağmen bir anlaşma sağlanamıyor ve
savaş resmi olarak hâlâ sürüyor.
Gelinen noktada Kuzey Koreliler
kendilerini Japonlar tarafından sömürülüp geri bırakılmış, büyük güçlerin
oyunlarının arasında kalmış hissediyor ve ülkelerinin yarısının bir süpergücün
işgali altında olduğunu düşünüyorlar.
Bu süpergüç tarafından sürekli taciz
edildiklerini ileri sürerek, bir gün anavatanın kalan kısmının da tehlikeye
girebileceği kaygısını taşıyorlar.
ABD’nin balıkçı gemisi görünümüne
sokup ülkenin karasularına yolladığı USS Pueblo savaş gemisi gibi kanıtları da
Savaş Müzesi’nde bu yüzden sergiliyorlar. ABD’den böyle benzer her yakalamada,
esir askerlerin kurtarılması için gönderilen özür mektupları eşliğinde...
KUZEY KORE’DE GÜNLÜK HAYAT
- Ülkede yurtiçi telefon konuşmalarına
izin veriliyor ve internette sadece belli devlet sitelerine giriş izni var.
Buna ‘Nae na ra’ (ülkemiz) adı veriliyor.
- Radyolar sadece devlet kanallarını
çekecek şekilde üretiliyor. Ve hepsi devlete ait beş TV kanalı var.
- Ülkenin en sevilen şarkıcısı Ryu
Jin Ah. En popüler şarkısıysa ‘Garira Paektusan Uro’. Anlamı, ‘Paektu Dağı’na
gidelim’... Büyük kurucu Mil İl-sung’un bağımsızlık savaşını başlattığı dağ
silsilesi...
- En sevilen dizi ‘Aşkım ve
Mutluluğum’. Her akşam 20.40’ta yayımlanıyor. Konusu mu? Elbette vatan sevgisi
ve biraz da romantizm.
ASKER MİLLET Mİ DEDİNİZ?
Erkekler eğitim ve iş durumlarına
göre üç-beş yıl arasında askerlik yapıyor. Sonra her yıl bir hafta askerlik
bilgilerini güncellemek için yine askerlik yapmak zorunda. Bu da 23 milyonluk
ülkenin 1 milyonluk ordusu olması demek. Sadece sınırda ve askeri bölgelerde
değil; şehir içinde, şehirlerarası yollarda, parklarda yürüyüş, talim, eğitim
yapan, marş söyleyerek dolaşan askerler görüyorsunuz. Ama askerin tek görevi
savunma değil. İnşaat işlerinde, çifçilikte, balıkçılıkta ve madencilikte de
orduyu kullanıyorlar.
SOSYALİST TEK PARTİ YÖNETİMİ
- Yer:
Doğu Asya’da Kore Yarımadası’nın kuzeyi
-
Yüzölçümü: 120 kilometrekare
-
Nüfus: 25 milyon
-
Resmi dil: Korece
-
Kuruluş tarihi: 9 Eylül 1948
- Para
birimi: Kuzey Kore Won’u
-
Hükümet: Sosyalist tek parti totalitarizmi
-
İdari yönetim: Üniter cumhuriyet
- Kişi
başına milli gelir: 1800 dolar
Kim İl-sung’un öldüğünü kabul
etmiyorlar
KİM AİLESİ: DEDE-OĞUL-TORUN ÜÇLEMESİ
Kuzey Kore üç kuşaktır aynı aile
tarafından yönetiliyor: Efsanevi kurucu lider Kim İl-sung, oğlu Kim Jong-il ve
torunu Kim Jong-un. 1912 doğumlu dede Kim İl-sung 1930’larda bugün kutsal kabul
edilen Paektu Dağı’na çıkarak işgalci Japonlara karşı bağımsızlık hareketini
örgütlüyor.
1948’de bağımsızlık elde edip Kore
Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni kuruyor. Kore Savaşı’nın bittiği 1953’te Çin’in
yardımıyla Güney Kore ve BM birliklerini ülkeden tekrar püskürttüğünde Kuzey Korelilere
ikinci kez bağımsızlıklarını hediye ediyor. Marksizmin eksiklerini giderdiğini
ileri sürdüğü Juche ideolojisini oluşturuyor. Bu fikriyatta devrimin sadece
köylü ve işçilerle gerçekleşemeyeceğini, buna entelektüellerin de katılması
gerektiğini savunuyor. Bu yüzden orak ve çekiç işaretlerinin yanına bir de
resim (yazı) fırçası ekliyor. 1994’te ölene kadar da ülkeyi yönetiyor.
Ölümünde yayımlanan, halkın feveran
halindeki ağlama sahnelerinin tamamen gerçek olduğunu Kuzey Kore’ye gidince
anlıyorsunuz. Kim İl-sung’un öldüğü kabul edilmiyor, kendisinden hâlâ
“Başkanımız” olarak söz ediliyor.
Her şehirde oğluyla birlikte dev
heykelleri var. Bu heykelleri işaretparmağınızla gösteremiyorsunuz. Gösterirken
avuçiçiniz yukarı dönük şekilde olmalı. İnsanlar ellerinde çiçeklerle ziyarete
geliyorlar heykelleri. Heykellerin civarını temizlik görevlileri değil, gönüllü
öğrenciler temizliyor.
Kim İl-sung’un naaşı, eskiden ofis
olarak kullandığı Güneş Sarayı’nda gömülü. Burası bir mozoleden çok, piramit
gibi. İçinde hepsinin saçı, makyajı, kıyafeti, birbirinin aynı, baştan aşağı
siyah giyimli kadın görevliler var; aklınıza tapınak rahibeleri geliyor.
Ziyaret sırasında inanılmaz bir düzen ve protokol uygulanıyor.
Şu anki lider torun Kim Jong-un ise
heykel ve resimlerin hiçbirinde yok. Meftalara saygı gereği, heykel ve resimler
sadece dede ve oğul Kim’leri tasvir ediyor.
SIRLARLA DOLU BİR LİDER
Kim Jong-Un, iktidara 2011’de, 26
yaşında geldi. Ondan ‘General’ diye bahsediyorlar. İsviçre’de okudu. Batı
kültüründen etkilenmemesi için, okuldan kalan zamanını Kuzey Koreli
yetkililerin gözetiminde geçirdi.
Onu tanıyan arkadaşlarına göre
şampanyaya, lüks otomobillere, video oyunlarına, spor giyime ve basketbola
düşkün.
2012’de eski şarkıcı Sol-ju ile
evlendiğini duyurdu. Ülkeye olan sempatisiyle tanınan ve 2013-2014’te iki kez
ziyaret eden ABD’li basketbolcu Dennis Rodman’a göre bir kızları var.
Genç yaşından ötürü herkes ülkeyi
politbüronun yöneteceğini düşünüyordu. Ama Kuzey Kore’nin ikinci güçlü adamı
enişte Jang Song - thaek 2014’te vatana ihanetten idam edilince tek güç oldu.
Yeni inşaat hamleleri başlatmasıyla
anılıyor. 1960’lardan kalma eski mahalleleri yıkıyor; yerine modern yeni
mahalleler kuruyor.
Kuzey Kore’nin onun yönetiminde
yaptığı nükleer füze denemeleri başta ABD, Japonya, Çin olmak üzere bütün
dünyayı rahatsız ediyor. Ama o, füze denemelerine “Amerikalı p.çlere” diyerek
devam ediyor.
Birçok analiste göre Kim Jong-Un son
derece tehlikeli bir deli. Deliliği, doktorların bilebileceği bir iş. Bir gazeteci
olarak benim şahit olduğum, gözlemlerimden söyleyebileceğimse, hiç de aptal
olmadığı.